3 Aralık 2010 Cuma

ÜÇLEME-No:3-Delirdim

Sizi ne delirtir?
Kendiniz misiniz? Bu toplumun içinde, toplumla beraber yaşayıp da olabiliyor musunuz? Takip ediyorsanız bilirsiniz, bir süredir üçlememizle ilgili performanslar yapıyoruz. İşte bu sonuncusu. “Sizi ne delirtir” diye bir soru sorduk ve buna cevap verirken deli gömleği içinde bize poz vermelerini istedik. Gördüğünüz gibi aşağıda öncekilere nazaran daha az resim var. Çünkü bazılarının vakti yoktu ve sonrası için söz aldık. Çünkü bazı insanlar “hayır” dedi, bazıları ise ilgilenmedi bile. Belki onlar bir rol içindeydiler toplumun kabullendiği ve dışına çıkamazlardı. Belki de sonradan suçlu hissedecekleri bir şey yapmak istemediler. Belki de sadece iyi günlerinde değillerdi…
“Delilik”, düşünce, inanış ve davranışlar açısından topluluktan farklı olma durumu diye tanımlanır bazı yerlerde. Ama bu değil bizim bahsettiğimiz. Bir noktası vardır herkesin. Bir bam teli… Hayat bazen delirtir, öyle bir noktaya gelir ki insan, daha önce yaşananların baskısı ne kadar büyükse o kadar oransızca fazla etkilenir olaylardan… Öyle şeyler var ki, sürekli çıkar karşımıza, dayanılmaz olmaya başlar. Hepimizin var. Bize söylemediyseniz de, deli gömleği giymeye değer bulmadıysanız da, söyleyin… Sadece kendinize…
Uykusuzluk
Trafikte sinyal vermeyenler

Türk sürücüler
Kadınlar

26 Kasım 2010 Cuma

ÜÇLEME-No:2-Rol

Yaşamın içinde, hep kendiniz olamadınız. İçinizden geldiği gibi davranamadınız her zaman. Bazen, söyleyemediniz aklınızdan geçenleri. İçinizden gelirken haykırmak, bazı anlarda kısmak zorunda kaldınız sesinizi etraf rahatsız olur diye. Hiç tarzınız olmayan şeyler giydiniz belki aslında ait olmadığınız yerlere giderken. Doğum gününüzde paketten çıkan hediyeyi beğenmiş gibi yaptınız kibar olmak için. Gençken yalanlar söylediniz ailenize arada sırada… Yetiştiremediğiniz ödeviniz için bahaneler buldunuz öğrenciliğinizde. Olduğundan şık giyindiğinizde, değişik tavırlar sergilediniz, yürüyüşünüz değişti. Patronunuzla veya elemanınızla konuşurken başka bir dil kullandınız daha başka kelimeler içeren. İlk buluşmalarda kırım kırım kırıttınız, yemeğinizi asilzadeler gibi yediniz bazılarınız. Gittiğiniz bir cenazede gülümseyemediniz ayıp olur diye. Haklı veya haksız, iyi veya kötü niyetle, gerekli veya gereksiz, bazen, kendinize bile, rol yaptınız. Hepiniz, hepimiz…

Hayata
Okulda hocama

Gülmek zorunda kaldım


Sabretmek zorunda kaldım

Seviyormuş gibi yaptım

Büyümüş gibi yaptım
Katar'dan dönerken

Fark etmemiş gibi yaptım

Her zaman
Aylin Hanım'a

19 Kasım 2010 Cuma

Kurban


Bugün mevzubahsimiz kurban bayramı. Üçlememize bu haftalık ara vermemizin sebebi yani. Yoklar… Herkes gitti biz İstanbul’u bekliyoruz :) Bayramlaşmalar, büyüklerin ellerini öpmeler ve trafiksiz pek güzel olan şehrimizin keyfini çıkarmakla geçiyor günlerimiz. Biz kurbanımızı böyle verdik, projemizi bir hafta erteledik. Bence gayet de temiz oldu. Kan yok bizimkisinde.
Hadi size iyi bayramlar. Bir yerlere gidenlerdenseniz ne olur dönüşte dikkatli olun.
Sevgiler…

12 Kasım 2010 Cuma

ÜÇLEME-No:1-Suçluyum Çünkü...

Bir yola girdik hepimiz. Ayrı ayrı ama aslında aynı olan bir yola. Yaşıyoruz. Güzel yaşamak istiyoruz. Bekliyoruz. Beklentilere giriyoruz. Beklediğimiz şeyler uğruna tavizler veriyoruz. Bazen, hata yapıyoruz. Keşke’lerimiz sıralanıyor sonra ardı ardına. Peki keşke’lerimizden önce ne vardı buna sebep olan? Hatalarımız, kusurlarımız, suçlarımız. Bizim suçlarımız. Ya biz ve biz olduğumuz için başkaları tarafından suç sayılan huylarımız? Bizim suçlarımız mı?
Biraz durun ve düşünün. Geçmişi, şimdiyi, her şeyi… Yaptıklarınızı, yapmadıklarınızı, yapamadıklarınızı… Suçlu hissettiniz mi hiç? Cevabı evet olmalı eğer dürüst davranıyorsanız kendinize. “Suçluyum çünkü” ile başlayan kaç cümle kurabilirsiniz siz sizeyken? Bizi ilgilendiren ilk aklınıza gelen. İtiraf edin. Belki de içinizden defalarca kabul ettiğiniz şeyi bize de söyleyin. Cesur olun.
Bu gün birkaç kişiden bu projemize dahil olmalarını istedik. Katıldılar oyunumuza. Sorgulamadan. Çünkü anladılar. Kara tahtaya yazdılar suçlarını.  
Bırakın eğer varsa egonuzu bir tarafa, gerçekten anlayın suç ne demek ve suçluyum çünkü ile başlayan bir cümle kurun. 

Suçlu hissetmeden…

016051975 KADINIM

932733177 DİŞLERİMİ YETERİ KADAR FIRÇALAMADIM
010110011 İNANDIĞIMI OKUYUP ARAŞTIRMIYORUM

010201235 İYİ BİR ANNE OLAMADIM

030763004 ...HERKESE GÜVENİYORUM

847019632 KOLAY AFFEDİYORUM

5 Kasım 2010 Cuma

Ağaç...

Parka varıp ağacımızı seçtiğimizde eşyalarımızı yamacına koyduk, tripotumuzu kurduk ve kadrajımızı  ayarladık. Başladık yerdeki yaprakları dala iliştirmeye. Mümkün olsa bütün ağacı donatırdık o heyecanımızla. Hiç sıkılmazdık. Gerçekten… Hem, zaman problemimiz de yoktu, bağladığımız her yaprak zamanı kazandırıyordu bize.
Üç kişi dahil oldu sadece bu olaya, üçü de birbirinden farklı anlamlarla. İlki, bir kadındı çocuk arabasıyla geçen. Merak yoktu gözlerinde, ya da ne yaptığımızı anlamadığına dair bir ifade. Öyle, sıradan, geçti önümüzden. Göz göze geldik, çok hafif bir gülümseme yakaladık gözlerinde. İkincisi, köpeğini gezdiren genç bir çocuk. Köpeği daldı birden aramıza, o da arkasından geldi. Sanki orada ağacı yapraklara tutturmuyorduk, sanki sadece duruyorduk, sanki hiçbir şeyi görmemiş gibi… Özne tamamen köpekti. Kafasını okşadığımız köpeği şımarmaya başladığında aldı yanımızdan, gittiler. Neydi bilemiyoruz. Gördü de umursamadı mı, fark etti de normal mi geldi… Üçüncüsü, parkın güvenlik görevlilerinden biri. O, ağaçla ilgilendi, ama durumu yadırgadığına dair hiç bir tepkisini görmedik. Fotoğraf çekemeyeceğimizi, tripot kurmanın yasak olduğunu söyledi. Ona kadrajımızı gösterdik, yararı olmadı. İki dakika verdi bize ve uzaklaşıp gitti... Neden tripotla fotoğraf çektiğimizi sordu, ama neden ağaca yaprak bağladığımızı sormadı. Böylelikle ağaca yaprak bağlamanın yasak olmadığını öğrendik…
İki dakikamızı kullandıktan sonra, artık ortalıklarda olmayan güvenlik görevlisine verdiğimiz sözü tuttuk ve toparlandık. Cafe London’da  içtiğimiz ara kahveden sonra eve döndüğümüzde, yazacağımız yazıyla ilgili sohbetimizi yaparken enteresan anektodlar çıktı ortaya. Dedik ki, Doğanın ritüel’ine karşı durmak bu. Zaman ve doğanın dönüşümüne karşı durmak. Ona zarar vermeden…
Mantıklı olan her insan bugün bağlanan o yaprakların an be an döküleceğini bilir :) Ama biz o ağaca yapraklarını geri koyduk. O yapraklar zaten düşmüştü. Şimdi daldalar. Ne kadar kalacakları yine doğaya bağlı. Ama biz bu döngünün içinde bir şeylere dur dedik ve zamanı geriye sardık. Peki bu yaptığımızı daha önce kimse denemiş mi, yani biri bize kalkıp da “ben denedim, olmuyor” diyebilir mi? Ya hakikaten Tinkerbell’ler gerçekse? Ya hayaller gerçek olabiliyorsa :)

Şaka bir yana, tutunmak lazım onlara, hayallere... Hayallerle gerçekler arasında, sadece zaman farkı var derler... Dur demek lazım bazen. Kim bilir? Belki gerçekler, sandığımız kadar gerçek değildir. Belki, hayaller hayallerden bile ötedir…
Bizden bu haftalık bu kadar. Haftaya yeni projemiz olan “üçleme”nin ilk parçasıyla buradayız. Keyifli bir iş olacak :) Bekleriz…

29 Ekim 2010 Cuma

Kutu Kutu Hayaller

Hayatın akışı içinde, bulunduğumuz noktayı unuturuz bazen. “Neler istiyorduk ve neler oldu”nun karşılaştırmasını yapmayı da. Ha tabii, bazen istediklerimiz değişir, daha önce verdiğimiz ve yolumuzu ona göre çizdiğimiz kararlarımız tamamen yitirir geçerliğini. Peki biz kendimizi yitirir miyiz? Yıllar önce istediğiniz yerde miyiz, ya da şu anda istediğimiz yeni bir yerde mi... Mutlu muyuz? Önemli olan bu... Peki, değişiklikler, yeni heyecanlar ve o yeni mutluluklarla yaşayıp giderken hatırlayabiliyor muyuz daha önceleri ne istediğimizi? Mutlu kalır mıyız hatırlarsak?
Biz şu anda neler istediğimizi biliyoruz. Hayallerimiz var. Umutlarımız, bizi mutlu edeceğini bildiğimiz şeyler. “Şu anda” :) Birer liste yaptık ikimiz de. İki güzel kutunun içine koyduk ve mühürledik. Birbirimize verdik kutularımızı saklamak ve bundan tam bir sene sonra, 29 Ekim 2011'de açılmak üzere. Bu bir sınav değil. Neyi ne kadar başaracağız diye. Bu belki de anlamak o gün geldiğinde, o günün, bugün aklımızda olan o gün olup olmadığını...


Hayallerimiz bu kutuların içinde. Hayallerimiz bizim içimizde. Ve onları oldukları yerden çıkarmak sadece, sadece bizim elimizde...

23 Ekim 2010 Cumartesi

"İstanbul'da Bir Kedi " Son gün !

Bu keyifli serginin son günü...
23 Ekim 2010 Cumartesi,  Taksim 'e yolunuz düşerse mutlaka İstanbul Fransız Kültür Merkezi'ne uğrayın. 1.Uluslararası İstanbul Çizgi Roman Festival Istanbulles çerçevesinde sergilenen Philippe Geluck :İstanbul'da Bir Kedi Sergisini kaçırmayın deriz. Biz çok keyif aldık...

22 Ekim 2010 Cuma

Zamanın İzleri...

Yaşamayı seviyoruz bir şekilde hepimiz. İnsanları, daha doğrusu etrafımızda olmasını istediğimiz insanları… Ama bazen, o “zaman”lar geldiğinde her şeyden soyutlayıp, hatta sevdiklerimizden bile kaçıp, özel “mekan”ımıza, sığınmış buluruz kendimizi… Bizi ayıran o duygunun dışında somut bir şeylere de ihtiyaç duyarız. Yalnızlığımızı yaşayabileceğimiz bir yere gideriz ya da olduğumuz yerde yaratırız yalnızlığımızı. Bunu yapabiliyorsak, yapabildiğimiz kadar var oluruz. “Orada” olduğumuzu hissettiğimiz zaman “orada” olabilme lüksünü yaşayabildiğimiz kadar…
Zaman ve mekan ilişkisini konuşuyorduk geçen gün Hayatla. Çıkardı açtı sayfalarını bir *kitabın. Kelimeler karıştı zamana, zaman mekana…
*“Gerçeklik zamanda akar, mekanda durur. Gerçekliğin birbiriyle ilintili, ama farklı iki durumu zamanın varlığını ifade eder. Bu ilişki kaçırılırsa, iki durum arasında bağlantı kurulamazsa, her olgu ötekilerden başka ve yeniyse, insanın kendi konumunu saptayıp bir tutum takınması güçleşir. Bu durum süreklilik gösterirse, koyu bir yabancılık duygusu egemen olur. Yabancı insan edilgindir, yalnızca bir izleyici olmaktan öteye geçemez. Gelişmelerin peşinden sürüklenmekten kurtulamaz.
Bir süreci etkilemek, zamanın bilincinde olmakla, gelişmeyi yakalamakla ve giderek öngörmekle olanaklıdır. İki durum arasındaki farkı ve bağı görmek. Değişeni ve değişmeyeni. Değişendeki değişmeyeni, değişmeyendeki değişeni kavramak….”

* Mehmet Serdar, Zaman Zaman Denemeler, İstanbul, Göçebe Yayınları, 1998, 133 s.
Konuştuk. Zamanı bir yerde durdurmak, her anı meşrulaştırmak istedik, günde karar kıldık ve her gün, aynı yere bir iz bırakmaya karar verdik. Ben evimin giriş kapısını seçtim, Hayat da yapacağı paravanın parçalarını. Bir sene… Bugünden başlayarak bir sene boyunca her gün birer iz bırakacağız. Her gün fotoğrafını çekeceğiz ve her hafta bugün ne duruma geldiğini size göstereceğiz.
Hayatımızdakiler; o izlerden biri belki sizinle ilgili olabilir… Kimbilir?




 



15 Ekim 2010 Cuma

Anlaşma

Demek kararlısın olanca gücünle yağdırmaya. Yapmak istediğimiz şeyler vardı unuttun mu ? Güneşli planlar. Bak biz dayanıyoruz iki seferdir. Geçen hafta birikintiye bıraktığımız gemiler, bu hafta damlalarla ortaklaşa yaptığımız resim. Hiç kinci değiliz biz. 
Bir yolunu buluyoruz her durumda. Seviyoruz seni ama anlaşmak lazım. Tabii… Umurunda bile değil belki de yağmur altında ıslanıp ıslanmamamız. Biraz da sen bizi düşün emi. Hadi bak, bekliyoruz haftaya güneşinle gel bize… Unutma… Resim bile yaptık seninle :)






8 Ekim 2010 Cuma

Yağmur, çocuk ve mutluluk...

“Bütün mutlu aileler birbirine benzer; her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.” Gibi güzel bir cümleyle başladığım gün bir yazıma, mutluluktan uçarım muhtemelen. İki yeni dostum, Liam ve Valentina soktu yeniden Anna Karenina’yı hayatıma. Sicilya’dan Ukrayna’ya bisikletle giderken İstanbul’da duraklayıp benimle kaldılar. Kışı Ukrayna’da geçirip Tolstoy’un ana vatanına gidecekler. İnanılmaz bir hikayeleri var, aşağıya linki yazıyorum. http://liamandvalentina.blogspot.com/
Hayat’la bir konuşmamızda kitabı alacağımdan, çevirmenin önemli olduğundan  söz etmiştik. Benim dikkatli arkadaşım, rutin sahaf gezilerinden birinde eski bir baskısına rastlamış. Ama gerçekten eski. Bazı sayfaları yok, bazıları da yırtık. İşte o kitabın sayfaları bugün bizim performansımızın başrolünü paylaştı yağmurla. Siz, son zamanlarda hiç kağıttan gemi yaptınız mı? Ne güzeldi değil mi çocukken böyle şeylerle uğraşmak, ailelerimizle yaşadığımız mutlu anları dün gibi hatırlamamızı sağlıyorlar. Peki siz, hatırlıyor musunuz?