5 Kasım 2010 Cuma

Ağaç...

Parka varıp ağacımızı seçtiğimizde eşyalarımızı yamacına koyduk, tripotumuzu kurduk ve kadrajımızı  ayarladık. Başladık yerdeki yaprakları dala iliştirmeye. Mümkün olsa bütün ağacı donatırdık o heyecanımızla. Hiç sıkılmazdık. Gerçekten… Hem, zaman problemimiz de yoktu, bağladığımız her yaprak zamanı kazandırıyordu bize.
Üç kişi dahil oldu sadece bu olaya, üçü de birbirinden farklı anlamlarla. İlki, bir kadındı çocuk arabasıyla geçen. Merak yoktu gözlerinde, ya da ne yaptığımızı anlamadığına dair bir ifade. Öyle, sıradan, geçti önümüzden. Göz göze geldik, çok hafif bir gülümseme yakaladık gözlerinde. İkincisi, köpeğini gezdiren genç bir çocuk. Köpeği daldı birden aramıza, o da arkasından geldi. Sanki orada ağacı yapraklara tutturmuyorduk, sanki sadece duruyorduk, sanki hiçbir şeyi görmemiş gibi… Özne tamamen köpekti. Kafasını okşadığımız köpeği şımarmaya başladığında aldı yanımızdan, gittiler. Neydi bilemiyoruz. Gördü de umursamadı mı, fark etti de normal mi geldi… Üçüncüsü, parkın güvenlik görevlilerinden biri. O, ağaçla ilgilendi, ama durumu yadırgadığına dair hiç bir tepkisini görmedik. Fotoğraf çekemeyeceğimizi, tripot kurmanın yasak olduğunu söyledi. Ona kadrajımızı gösterdik, yararı olmadı. İki dakika verdi bize ve uzaklaşıp gitti... Neden tripotla fotoğraf çektiğimizi sordu, ama neden ağaca yaprak bağladığımızı sormadı. Böylelikle ağaca yaprak bağlamanın yasak olmadığını öğrendik…
İki dakikamızı kullandıktan sonra, artık ortalıklarda olmayan güvenlik görevlisine verdiğimiz sözü tuttuk ve toparlandık. Cafe London’da  içtiğimiz ara kahveden sonra eve döndüğümüzde, yazacağımız yazıyla ilgili sohbetimizi yaparken enteresan anektodlar çıktı ortaya. Dedik ki, Doğanın ritüel’ine karşı durmak bu. Zaman ve doğanın dönüşümüne karşı durmak. Ona zarar vermeden…
Mantıklı olan her insan bugün bağlanan o yaprakların an be an döküleceğini bilir :) Ama biz o ağaca yapraklarını geri koyduk. O yapraklar zaten düşmüştü. Şimdi daldalar. Ne kadar kalacakları yine doğaya bağlı. Ama biz bu döngünün içinde bir şeylere dur dedik ve zamanı geriye sardık. Peki bu yaptığımızı daha önce kimse denemiş mi, yani biri bize kalkıp da “ben denedim, olmuyor” diyebilir mi? Ya hakikaten Tinkerbell’ler gerçekse? Ya hayaller gerçek olabiliyorsa :)

Şaka bir yana, tutunmak lazım onlara, hayallere... Hayallerle gerçekler arasında, sadece zaman farkı var derler... Dur demek lazım bazen. Kim bilir? Belki gerçekler, sandığımız kadar gerçek değildir. Belki, hayaller hayallerden bile ötedir…
Bizden bu haftalık bu kadar. Haftaya yeni projemiz olan “üçleme”nin ilk parçasıyla buradayız. Keyifli bir iş olacak :) Bekleriz…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder